2 Ders Yok Yazılınca Tam Gün Mü? Gerçekten Mantıklı mı, Yoksa Sistemsel Bir Saçmalık mı?
Arkadaşlar, şu “2 ders yok yazılınca tam gün” meselesini konuşmazsak olmaz. Çünkü bu durum, eğitim sistemimizin ne kadar mekanik, mantıksız ve insani olmaktan uzaklaştığının birebir göstergesi. Yani biri kalkıyor, “iki ders iptal edilirse o gün tam gün sayılır” diyor; ama kimse bunun öğrencinin, öğretmenin ya da okulun gerçekliğinde neye tekabül ettiğini sorgulamıyor. Peki bu kural kimin işine yarıyor? Gerçekten verimi mi artırıyor, yoksa sadece bir "görünüşte disiplin" çabası mı?
Kurallar mı İnsan İçin, İnsan mı Kurallar İçin?
Bakın, eğitimin özü esnekliktir, uyumdur. Ancak bu tür katı, mantıksız yönetmelikler tam tersine sistemin hantallığını yansıtıyor. İki dersin iptali, toplamda 80-90 dakikalık bir eksiklik demek. Ama bu durumda “tam gün” diyerek öğrenciyi okulda bütün gün tutmak ne kazandırıyor? Öğrenci zaten zihinsel olarak kopmuş, öğretmenler de motivasyonunu kaybetmiş durumda. Bu durumda yapılan şey, “okulda geçirilen süre”yi kutsallaştırmak. Sanki okulda daha fazla kalmak, otomatikman daha fazla öğrenmekmiş gibi.
Gerçek şu: Eğitimde kalite, süreyle ölçülmez. Süre, sadece bir çerçevedir; içini dolduran öğretmen, öğrenci ve içeriğin kalitesidir. Ama biz hâlâ 1970’lerin bürokratik zihniyetiyle “zaman = başarı” denkleminde debeleniyoruz.
Erkeklerin Mantıkçı Yaklaşımı: “Kural varsa uyulur.”
Bazı erkek forumdaşlar hemen diyecek: “Kardeşim, kurallar belli. 2 ders yoksa tam gün sayılır. Sistem bu, tartışmaya gerek yok.” Tamam, anlıyorum. Stratejik düşünüyorsunuz, problemi çözmek istiyorsunuz. Ama mesele sadece kurala uymak değil; o kuralın adaletli, işlevsel ve amacına uygun olup olmadığı. Akılcı olmak, sadece itaat etmek değildir. Bazen sistemin kendisini eleştirmek de stratejik bir hamledir. Çünkü değişim, sorgulamadan doğar.
Burada yapılması gereken, “bu kural ne işe yarıyor?” sorusunu sormaktır. Eğer cevabı “hiçbir işe yaramıyor” ise, o zaman bu kuralı uygulamak değil, kaldırmak daha mantıklıdır.
Kadınların Empatik Bakışı: “Öğrenciyi, öğretmeni kim düşünüyor?”
Kadın forumdaşlarımızın çoğu, olaya daha empatik yaklaşacaktır: “Peki öğrencinin hali ne olacak? Öğretmen yorgun, motivasyon düşük, çocuk evine gidip dinlenemiyor.” İşte tam da burada insan odaklı bakış devreye giriyor. Çünkü sistemsel kararlar alırken, o kararların insana dokunan tarafını unutmamak gerekir. Öğrenciyi okulda tutmak, ona katkı sağlamıyorsa, sadece bir istatistik yaratmaktır.
Eğitimde insan faktörünü yok sayarsak, elimizde kalan tek şey beton binalar ve dolu defterler olur. Oysa eğitim, biraz nefes, biraz esneklik ister. Öğrenci o iki dersin olmadığı gün belki proje yapacak, belki dinlenecek, belki de ailesiyle vakit geçirip zihinsel olarak toparlanacak. Bunu sistem neden bu kadar tehdit gibi görüyor?
“Tam Gün” Kavramı: Adı Var, Kendi Yok
“Tam gün” deyince kulağa ciddi, kurumsal, düzenli bir şey gibi geliyor. Ama içini açınca bomboş bir kavramla karşılaşıyoruz. İki ders eksik olunca okulun verimi mi düşüyor? Hayır. Ama “tam gün” etiketiyle sanki büyük bir disiplin sağlanıyormuş gibi bir hava yaratılıyor. Gerçekte yapılan şey, formu korumak, içeriği feda etmek.
Bu, tıpkı bir şirketin çalışanlarını gereksiz toplantılarda bütün gün tutması gibi. Görünürde “çalışma var,” ama üretim sıfır. Eğitim sistemimiz de aynı şekilde “mevcudu dolduralım, günü kurtaralım” anlayışıyla ilerliyor.
Peki Kim Kazanıyor?
İşin ironik tarafı şu: Bu düzenlemeden ne öğrenci kazanıyor, ne öğretmen. Belki idari anlamda bazı “görünürlük raporları” daha düzgün çıkıyor, ama eğitimsel olarak kimse kazanamıyor. Öğrenci motivasyon kaybediyor, öğretmen tükeniyor, okulun itibarı ise "disiplinli ama cansız" hale geliyor.
Asıl kazanan kim biliyor musunuz? Bürokrasi. Çünkü kâğıt üstünde her şey “tam gün.” Kağıt üstünde her şey “sorunsuz.” Ama gerçekte, o gün ders işlenmiyor, öğrenme gerçekleşmiyor, zaman israf ediliyor.
Provokatif Sorular: Tartışmayı Ateşleyelim
- Gerçekten iki dersin iptali, bütün bir günü “tam gün” ilan etmeyi gerektirir mi?
- Öğrenci okulda zorla tutulunca daha mı iyi öğreniyor, yoksa sadece vakit mi geçiriyor?
- Eğitimde süre mi önemli, yoksa içerik mi?
- Bir kural, kimseye fayda sağlamıyorsa hâlâ neden uygulanır?
- Belki de sistemin kendisini değiştirmek yerine biz mi çok alıştık “idare etmeye”?
Bu sorulara dürüstçe yanıt verelim arkadaşlar. Çünkü mesele sadece “ders yok” değil; mesele, o derslerin yokluğunda sistemin nasıl bir varlık gösteremediği.
Sonuç: Cesur Olmak Lazım
Bu konuya dair net bir şey söyleyeyim: “2 ders yok yazılınca tam gün” uygulaması, eğitimdeki bürokratik körlüğün küçük ama çarpıcı bir örneğidir. Artık bu tür ezberleri sorgulamanın zamanı geldi. Ne kadar süre okulda kaldığımız değil, o sürede ne kadar öğrendiğimiz önemlidir.
Eğer gerçekten eğitim kalitesini artırmak istiyorsak, süreden değil, içerikten konuşmalıyız. Zamanı yönetmek değil, anlamlı hale getirmek gerek. Yoksa hepimiz aynı “tam gün” çemberinde dönüp dururuz — yorgun, anlamsız, ama “kurallara uygun.”
Arkadaşlar, şu “2 ders yok yazılınca tam gün” meselesini konuşmazsak olmaz. Çünkü bu durum, eğitim sistemimizin ne kadar mekanik, mantıksız ve insani olmaktan uzaklaştığının birebir göstergesi. Yani biri kalkıyor, “iki ders iptal edilirse o gün tam gün sayılır” diyor; ama kimse bunun öğrencinin, öğretmenin ya da okulun gerçekliğinde neye tekabül ettiğini sorgulamıyor. Peki bu kural kimin işine yarıyor? Gerçekten verimi mi artırıyor, yoksa sadece bir "görünüşte disiplin" çabası mı?
Kurallar mı İnsan İçin, İnsan mı Kurallar İçin?
Bakın, eğitimin özü esnekliktir, uyumdur. Ancak bu tür katı, mantıksız yönetmelikler tam tersine sistemin hantallığını yansıtıyor. İki dersin iptali, toplamda 80-90 dakikalık bir eksiklik demek. Ama bu durumda “tam gün” diyerek öğrenciyi okulda bütün gün tutmak ne kazandırıyor? Öğrenci zaten zihinsel olarak kopmuş, öğretmenler de motivasyonunu kaybetmiş durumda. Bu durumda yapılan şey, “okulda geçirilen süre”yi kutsallaştırmak. Sanki okulda daha fazla kalmak, otomatikman daha fazla öğrenmekmiş gibi.
Gerçek şu: Eğitimde kalite, süreyle ölçülmez. Süre, sadece bir çerçevedir; içini dolduran öğretmen, öğrenci ve içeriğin kalitesidir. Ama biz hâlâ 1970’lerin bürokratik zihniyetiyle “zaman = başarı” denkleminde debeleniyoruz.
Erkeklerin Mantıkçı Yaklaşımı: “Kural varsa uyulur.”
Bazı erkek forumdaşlar hemen diyecek: “Kardeşim, kurallar belli. 2 ders yoksa tam gün sayılır. Sistem bu, tartışmaya gerek yok.” Tamam, anlıyorum. Stratejik düşünüyorsunuz, problemi çözmek istiyorsunuz. Ama mesele sadece kurala uymak değil; o kuralın adaletli, işlevsel ve amacına uygun olup olmadığı. Akılcı olmak, sadece itaat etmek değildir. Bazen sistemin kendisini eleştirmek de stratejik bir hamledir. Çünkü değişim, sorgulamadan doğar.
Burada yapılması gereken, “bu kural ne işe yarıyor?” sorusunu sormaktır. Eğer cevabı “hiçbir işe yaramıyor” ise, o zaman bu kuralı uygulamak değil, kaldırmak daha mantıklıdır.
Kadınların Empatik Bakışı: “Öğrenciyi, öğretmeni kim düşünüyor?”
Kadın forumdaşlarımızın çoğu, olaya daha empatik yaklaşacaktır: “Peki öğrencinin hali ne olacak? Öğretmen yorgun, motivasyon düşük, çocuk evine gidip dinlenemiyor.” İşte tam da burada insan odaklı bakış devreye giriyor. Çünkü sistemsel kararlar alırken, o kararların insana dokunan tarafını unutmamak gerekir. Öğrenciyi okulda tutmak, ona katkı sağlamıyorsa, sadece bir istatistik yaratmaktır.
Eğitimde insan faktörünü yok sayarsak, elimizde kalan tek şey beton binalar ve dolu defterler olur. Oysa eğitim, biraz nefes, biraz esneklik ister. Öğrenci o iki dersin olmadığı gün belki proje yapacak, belki dinlenecek, belki de ailesiyle vakit geçirip zihinsel olarak toparlanacak. Bunu sistem neden bu kadar tehdit gibi görüyor?
“Tam Gün” Kavramı: Adı Var, Kendi Yok
“Tam gün” deyince kulağa ciddi, kurumsal, düzenli bir şey gibi geliyor. Ama içini açınca bomboş bir kavramla karşılaşıyoruz. İki ders eksik olunca okulun verimi mi düşüyor? Hayır. Ama “tam gün” etiketiyle sanki büyük bir disiplin sağlanıyormuş gibi bir hava yaratılıyor. Gerçekte yapılan şey, formu korumak, içeriği feda etmek.
Bu, tıpkı bir şirketin çalışanlarını gereksiz toplantılarda bütün gün tutması gibi. Görünürde “çalışma var,” ama üretim sıfır. Eğitim sistemimiz de aynı şekilde “mevcudu dolduralım, günü kurtaralım” anlayışıyla ilerliyor.
Peki Kim Kazanıyor?
İşin ironik tarafı şu: Bu düzenlemeden ne öğrenci kazanıyor, ne öğretmen. Belki idari anlamda bazı “görünürlük raporları” daha düzgün çıkıyor, ama eğitimsel olarak kimse kazanamıyor. Öğrenci motivasyon kaybediyor, öğretmen tükeniyor, okulun itibarı ise "disiplinli ama cansız" hale geliyor.
Asıl kazanan kim biliyor musunuz? Bürokrasi. Çünkü kâğıt üstünde her şey “tam gün.” Kağıt üstünde her şey “sorunsuz.” Ama gerçekte, o gün ders işlenmiyor, öğrenme gerçekleşmiyor, zaman israf ediliyor.
Provokatif Sorular: Tartışmayı Ateşleyelim
- Gerçekten iki dersin iptali, bütün bir günü “tam gün” ilan etmeyi gerektirir mi?
- Öğrenci okulda zorla tutulunca daha mı iyi öğreniyor, yoksa sadece vakit mi geçiriyor?
- Eğitimde süre mi önemli, yoksa içerik mi?
- Bir kural, kimseye fayda sağlamıyorsa hâlâ neden uygulanır?
- Belki de sistemin kendisini değiştirmek yerine biz mi çok alıştık “idare etmeye”?
Bu sorulara dürüstçe yanıt verelim arkadaşlar. Çünkü mesele sadece “ders yok” değil; mesele, o derslerin yokluğunda sistemin nasıl bir varlık gösteremediği.
Sonuç: Cesur Olmak Lazım
Bu konuya dair net bir şey söyleyeyim: “2 ders yok yazılınca tam gün” uygulaması, eğitimdeki bürokratik körlüğün küçük ama çarpıcı bir örneğidir. Artık bu tür ezberleri sorgulamanın zamanı geldi. Ne kadar süre okulda kaldığımız değil, o sürede ne kadar öğrendiğimiz önemlidir.
Eğer gerçekten eğitim kalitesini artırmak istiyorsak, süreden değil, içerikten konuşmalıyız. Zamanı yönetmek değil, anlamlı hale getirmek gerek. Yoksa hepimiz aynı “tam gün” çemberinde dönüp dururuz — yorgun, anlamsız, ama “kurallara uygun.”